27 Şubat 2013 Çarşamba

Beyaz Çiçeklere Basmadan Çizgilerde Yürümek

-Kime diyorum?!

O an fark ettim, onun konuşmasına değil de halının desenlerine odaklanmış olduğumu.

+Efendim?

-Boşver! Ha sana anlatmışım, ha duvara. Bir şey fark etmiyor en nihayetinde.

Etmiyor hakikaten. Tartıştığımız konu o kadar anlamsız ki, şu an telefonda konuşuyor olsak, senin her dediğine "He." derken, halının çizgilerine basmak suretiyle evin ortasında bir dikdörtgen çizip duruyor olurdum herhalde.

-Ben gidiyorum!

Hâlâ başka şeyler düşündüğüm için kendime kızmalı mıyım acaba? Anlamsız bir sebepten doğan anlamsız bir tartışmanın içinde bırakıldım ve bu tartışmaya bir anlam veremediğim için terk ediliyorum. Halının desenleri üzerine düşünmenin doğurduğu sonuca bak.

+Dur.

-Ne?

+Ne bileyim, sen gidiyorum deyince refleks olarak şey ettim. Neyse git sen, boşver. Ha seni dinlemişim, ha halıyı incelemişim. Bir şey fark etmiyor en nihayetinde.

10 Şubat 2013 Pazar

Macera No -5-

1) Benim derdimin olmadığı, seninse nefes alamadığın zamanlardı. Senin derdin benim derdim olmuş; hatıralarımızı, acılarımızı denize dökmüştük o gün. Üflesem uçacakmışsın gibi zayıf, üflesen denizi dalgalandıracakmışsın gibi doluydun. Rüzgâra karşı son sigaranı yakmış, gerisini çöpe atmıştın. Ayyaşın teki, şarap parasını çıkarmak için bize dinî kitaplar satmaya çalışmıştı. Ellerimizdeki biraları gösterip, "İnsanı günaha sokma abi." demiştik. Gülmüştük arkasından. Laf lafı açmış, açılmadık sandık kalmamıştı o gün.

2) Hastalıktan yataktan çıkamadığım zamanlardı. Benim için gecenin köründe nöbetçi eczaneye gidip antibiyotik almıştın. Soğuk algınlığı ilaçlarına rağmen üzerimden bir ay boyunca atamadığım hastalığı, senin aldığın antibiyotikle atlatmıştım. O gece gelişin sayesinde daha neleri atlattım bilemezsin. Zifiri karanlıkta kaybolduğum o zamanlarda beni o karanlıktan çıkaran eli bana sen getirmiştin. El senin elin değildi belki ama sen olmasan o el gelmezdi, biliyorum. Ha, bir de; az tribün yapmadık seninle. Tezahüratın en can alıcı yerini, ciğerleri sökülene kadar bağıran adamdın sen. Rengimin rengiyle tuttuğu nadir adamlardandın.

3) Hatırlıyor musun; yıllar önce, aynı zamanda "yalnız adam" oluvermiştik ikimiz de. İki yalnız adamdık biz, Beyoğlu'nun ortasında. Beyoğlu'nun yavrusunda, bir masada oturmuş birbirimize özlemlerimizi anlatıyorduk. Özlemlerimiz farklı kişilereydi belki ama aynı şeylereydi. İkimiz, masada dertleştikçe birer omuz oluyorduk. Ayakta durmak için dayanabileceğimiz birer omuz...

Bilirsin; konuşmayı beceremediğimden, yazılara sığınırım.
Sana tek söyleyeceğim şey şu:
Karşısında ağladığım az adam vardır benim. Arkasından ağladığım kadar az...