19 Ocak 2011 Çarşamba

Çöküş

Gün geliyor; gülüp geçtiğim ufak sıkıntılar içimde öyle bir birikiyor ki, ağzımı açsam sanki fışkıracaklarmış gibi hissediyorum. Aldığım nefes yetmiyor, gözlerim dalgın dalgın bakıyor ve üşüyorum sanki. Cenin pozisyonu almak geliyor içimden. Sanki içimi katı bir maddeyle doldurmuşlar da diyaframım çalışmaz, ciğerlerim genişlemez olmuş gibi...

Etraftaki herkes yabancı olmuş, her beklenti bir yenilgiye dönüşmüş, yüzümdeki gülümsemeyi bir yerde kaybetmişim sanki. Düşündüğüm, odaklanabildiğim hiçbir şey olmamasına rağmen sanki kafam düşüncelerle doluymuş gibi hissediyorum böyle zamanlarda.

İçimde biriktirdiğim hayal kırıklıklarını kusabilmek, kusup da kurtulabilmek istiyorum. Ama ne yazık ki yapabileceğim tek şey kendi kendime gülümsemeyi deneyerek hayal kırıklarını halının altına süpürmek.

Yalnız kalayım desem, yalnızlık yaramıyor bana. Arkadaşlarımın arasında dalgın gözlerle, yetmeyen nefesimi belli ederek oturmak da istemiyorum.

Öyle bir an geliyor ki sonra, hiç kimsenin çıkaramayacağını düşündüğüm o karanlıktan dostum tutup çıkarıyor beni. Ensemden tutuyor, alnını alnıma dayıyor, "Oğlum bak yalnız değilsin. Birlikte aşamayacağımız bir şey göster bana." diyor. Kısa bir süre cenin pozisyonunda kaldıktan sonra kendime geliyorum. Derin bir nefes alıp arkadaşlarımın arasına dönüyorum. Ufak tefek şeylere gülüyor, eğleniyorum.

Sanırım tekrar dünyaya dönüyorum yavaştan...

"Kardeşim" diyorum, "iyi ki varsın."

İnsan kendi içinde kaybolup gittiğinde, nefessiz kalıp çırpınmaya başladığında, o karanlıktan çıkaracak bir ele ihtiyaç duyuyor. İşte o elin sahibi oluyor "dost" dediğimiz.

15 Ocak 2011 Cumartesi

Mola

Arka cebinden çıkardığı beklentileri masaya fırlattı çocuk. Herkes görsün istedi, beklediği ama sahip olamadığı şeyleri. Kimini sadece beklemiş, kimi için uzun yollar katetmişti ama arka cebini dolduran beklentilerden çok azını yan cebine koyabilmişti. Kimi beklentisine adım adım yaklaşmış, son adımı atmaktan korkmuştu. Son adımı atıp, dalından bir meyveyi alır gibi elini uzatıverse çok daha güzel olacaktı belki de her şey...

Masadakiler büyülenmiş gibi izledi çocuğun hareketlerini. Ellerinin titrediğini, nefesinin daraldığını farkettiler. Beklentilerin masadaki ağırlığını herkes hissetmişti sanki. Çocuğun beklentileri, cebinden çıkardığı andan itibaren büyümeye başlamış ve gittikçe asıl boyutlarına yaklaşır olmuşlardı. Bu değişimi takip eden kalabalık çocuğun gözlerindeki yaşların farkına bile varmadı. Gözler beklentilerdeydi ve herkes bu büyüyen yığından korkmaya başlamıştı.

"Şimdi, izninizle." dedi çocuk. Beklentilerin ağırlığından bir süre kurtulmak onu biraz rahatlatmış gibiydi. Elini uzattı, bir anda küçücük hallerine geri dönmüş beklentilerini aldı, birini yan cebine, diğerlerini tekrar arka cebine koyarak odadan ayrıldı...

10 Ocak 2011 Pazartesi

Umut

"You have to make the right choice. As long as you don't choose, everything remains possible."

diyor Mr.Nobody filminde. Seçim yapmadığımız sürece her şeyin mümkün kalması filmlere has bir şey olsa gerek. Zira gerçek hayatta seçim yapmadığımız takdirde bütün seçenekler ortadan kalkıyor. En azından bana hep böylesi denk geldi.

Bazen önümüzde seçebileceğimiz iki "mümkün" şey oluyor. Birini seçersek, diğerini kaybediyoruz haliyle.

Bazen de mümkün olduğundan emin olmadığımız şeyler için harekete geçmek ya da geçmemek konusunda bir seçim yapmamız gerekiyor. Harekete geçmediğimiz takdirde elde etme ihtimalimiz daha düşük olsa da, biz genelde olduğumuz yerde durup, istediğimiz şeyin bir şekilde olmasını bekliyoruz.

Bu kez kendi kendime "Bu sefer harekete geçeyim bakalım ne olacak?" dedim. Ya olacak ya olmayacak. Gayet net!

Olsa da olmasa da, son birkaç gündür kendime söylediğim tek şey şu:

"Yapmadığım için pişman olacağıma, denediğim ve başaramadığım için pişman olayım. En azından elimde somut bir neden olsun."