14 Nisan 2012 Cumartesi

Olamayan Bir Hikaye

Olmayan yerler, olmayan zamanlar...


Olmayan insanların, olamayan aşkıydı bizimkisi. Var olmaya çok yakındık ama sesimiz çıkmıyordu. Belki de sarılsak, çıplak da olsa görünürdük. Belki dokunsam boynuna, nefesim nefesin olurdu. Canımı canına katardım da yaşatırdım seni. En azından birimiz -yalnız da olsa- var olurdu.


İkimizin hikayesini yazmak istedim. Lâkin kimse bilmez boş kağıtta yazanı okumayı. Bizim sayfamız boştu. Ruhumuza atılmış tırnakların bıraktığı izlerdi harflerimiz. Kalbimizin satır aralarında, satır yaraları...


Damarlarımız düğüm düğüm dolanırken birbirine, ete kemiğe bürünmüş bir defter olurduk. Bir olurduk. Boş bir defter olurduk, etten. Yazacak çok fazla şey olsa da, ne ben seni çizebilirdim, ne de sen beni karalayabilirdin.


Dedim ya, olmayan insanların, olamayan aşkıydı bizimkisi. Sen benim rüyalarımı yazardın, ben senin resmini çizerdim duvarlara. Duvarlar silindi sonra, resmin döküldü. Dedim ya, bizim sayfamız boş. Duvarımız da öyle.


Zaten yoktun. Gittin, olmadığın halde. Nasıl oldu, nasıl gittin bilinmez. Hiç geldin mi diye sorsam, yankım soruya soruyla cevap verir. Cevap zaten muamma.


Sen gittin ya? Ben doğdum, bilesin. Anadan üryan, ıslak ve buruşuk. Aynı "biz" gibi doğdum ben.


Şimdi seni hatırlamaya, anlatmaya çalışıyorum. Bu dünyanın sınırları içinde sana benzetecek şeyler bulmak, seni bu dünyanın çizgilerine sığdırmak ne kadar zor bilemezsin.


Çok denedim. Olmadı. Yine denedim, yine olmadı. Elimde kalem-kağıt, elim cebimde; cebimde buruşuk bir kağıt, bitmiş bir kalem.


Dedim ya, bizim sayfamız boştu. Hâlâ boş.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Bazen

yalnızız, küçüğüm
yalnız
posta kutuları da
hem öyle olmasa
neden yankı yapsın sesi sükunetin
ya da neden titresin ki
elimdeki elin

Bazen kendimizden parçalar gibi gördüğümüz insanlar oluyor. Bizim yalnızlığımızla onların yalnızlığı arkadaş olunca biz de arkadaş olmuş sayılıyoruz. Ha, yanlış anlaşılmasın, şikayetçi değiliz bu durumdan. Öyle güzel yalnız insanlar tanıyoruz ki; bir insanın yalnızlığının, güzelliğiyle doğru orantılı olduğuna inanasımız bile geliyor. O kadar güzel insan nasıl o kadar yalnız olur, aklımız almıyor.

çift haneli yıl geçmiş
ben
koparılalı takvimden

Bazen bakıyorum da bize, diyorum ki; herkes, her şey yenilenmiş de biz eskide kalmışız. Millet almış kokteylini, biz rakıda kalmışız. Herkes oradan oraya koşarken biz masamızda kalmışız. Sakin, dingin, biraz da yorgun. Millet yenilendikçe çocuk olmuş da, biz eskidikçe yaşlanmışız.

bavullar geçer gözlerinden - bavullar, bavullar
uykularım kaçar saymaktan, çimenden eteğin
sen gamzelerine bahse girersin de kaybedersin
yokluğun bir anne gülümseyişi.

Bazen öyle biri girer ki hayatımıza; aslında bize çok yakın, daha aslında bizden çok uzaktır. Yaklaşmaya korkarız. Sever miyiz acaba bilemeyiz ama sevmek isteriz. Gülerken gamzeleriyle konuşuruz biz onun. Gözlerinin kenarlarındaki kırışıklıklara sıkışırız. Tırnakları uzundur, biz o yüzden kulağına konuşmayız, gamzeyledir muhabbetimiz.

nehir
hangi ulusun zimmetindedir bilinmez
yahut sen,
hangi sınırlar içinde.

Bazen yorgun düşüyoruz aramaktan. Nerededir, ne yapar bilmiyoruz. Yorgun düşsek de peşini bırakamıyoruz. İhtiyaç meselesi zira, susamak gibi. Suyu aramaktan yorulur mu insan? Yahut yoruldu diye su aramayı bırakır mı? Yokluğunda zaten ölüyoruz en nihayetinde.

sana sayfalar dolusu gemi yaktım bugün
                                -Gemileri deliler terk etti, delileri kediler.-
sen olsan gülerdin,
sahi niye gelmedin?


Ha bir de, son alıntım:


elini yumruk yapsan,
sığardı avcuma belki.






Fethi Yıldırım'a, yazıma ilham olan dizeleri için teşekkürü borç bilirim.