30 Ağustos 2010 Pazartesi

Köle

(...)
Kevin göğsünü sıkıştıran bir çaresizlik duygusuna kapıldı. Ama Mara'nın kalbine saplanan bir kılıcın çirkin hayali ona devam edecek gücü sağlıyordu.
(...)
Aşık olduğunuz insan için, sevdikleriniz için kendinizi ölüme bırakır mısınız?
Kanınızın son damlasına kadar savaşır mısınız sevdiklerinizin düşmanlarıyla?
Hep söylerim, "Yanlış çağda yaşıyorum ben." diye. Elimde kılıcım, üzerimde zırhım, başımda miğferim olmalıymış benim. İnandığı değerler uğruna ölecek, öldürecek bir savaşçı olmalıymışım. Yüzümde korkusuz bir ifade, ellerimde kılıç tutmaktan oluşmuş nasırlar olmalıymış.
Belki o zaman gerçekten içimdeki Baran’ı yaşardım ben...
Sevgini, sevdiklerini, onurunu, değerlerini korumak adına savaşmaktan daha iyi bir yaşama sebebi olabilir mi? Sevdiklerimize zarar verecek olan kişiler bugünkü gibi sinsi bir şekilde hareket etmek yerine, ellerinde kılıçlarıyla gelseydi daha iyi olmaz mıydı? En azından onları ortadan kaldırmak için yeterli sebebimiz olurdu. Canımıza, sevdiklerimizin canına kast edildiği net bir şekilde ortadayken kimse bizi yargılayamazdı. Bugünkü gibi uzun ve süslü cümleler yerine, sevdiklerimiz için, O’nun için neler yapabileceğimizi, ne tehlikelere katlanabileceğimizi, elimizde düşman kanıyla ıslanmış kılıcımızla göstermek daha dürüstçe olmaz mıydı?
Cümleler bir yerden sonra yetmiyor. Kanıtlamak için elimize fırsat bile geçmiyor. Sevgimiz, aşkımız lafta kalıyor.
Ve biz kendimizi fantastik bir hikayenin içinde, aşık olduğu Egemen Leydi’sine zarar gelmesin diye savaşan bir kölenin yerine koyuyoruz ancak. Bacaklarında ve kollarında derman kalmamışken, duyduğu sevginin verdiği enerjiyle tekrar ayağa kalkıp kılıcını savuran bir kölenin yerine...

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Kısık Ateş

Bir denize düştük.
Hayatın acılarından kurtulduğumuzu sandık bu serinlikte. Derin derin nefes aldık. Yüzümüzdeki gülümsemeler gerçekti. Aldığımız nefes taze, gördüğümüz yüzler samimiydi.

Hiç çıkmak istemedik...

Sonra mevsim değişti, su ısındı. Ve hareketler daha yorgun, gülümsemeler daha zoraki görünmeye başladı. Kıvamı koyulaşıyordu sanki suyun. Hareket etmek gittikçe zorlaşıyordu. Yüzlerdeki gülümseme kaybolmuş, hayatta kalma savaşı başlamıştı.

Serinliğiyle canlandığımız suda, acılarımızı özlüyorduk.

Zaman geçti...

Jöle kıvamına gelmiş sıvının içinde hareketsiz, nefessiz kaldık. Oysa biz denize düştük sanmıştık. Kısık ateşte piştiğimizin farkına varmamıştık.